Samed BEHRANGİ'nin ölümsüz eseri "Küçük Kara Balık" her yaştan insanın tekrar tekrar okuması gereken bir baş yapıt. Her ne kadar Teknoloji ağırlıklı yayın yapıyor olsam bile bu kitabı paylaşmadan edemedim. Aşağıdaki içerik kitabın 1978 yılı baskısına sadık kalacak şekilde oluşturulmuştur. iyi okumalar dilerim.
Küçük Kara Balık
Kış mevsiminin kırkıncı gecesiydi. Balık Nine, sayıları on iki bini bulan yavrularıyla torunlarını çevresine toplamış, onlara masal anlatıyordu:
- Bir zamanlar bir küçük kara balık vardı. Bu küçük kara balık, sarp kayalıklardan süzülüp gelen suların oluşturduğu bir derecikte annesiyle birlikte yaşardı. Üzeri yosunla örtülü kara bir kayanın altındaydı yuvaları. Bu küçük kara balık, oldum olası, yuvalarını ayışığının aydınlatmasını özler dururdu. ‘Hiç olmazsa bir kez olsun aydınlatsa’ derdi. Anne balıkla yavru balık, sabahtan akşama kadar bu derede yüzerler, arada bir öbür balıkların arasına katılırlar, bu sığ suda bir gider bir gelirlerdi. Küçük kara balık, annesinin tek yavrusuydu. Annesinin bıraktığı onbirlere yumurtadan sağ kalan bir o'ydu.
Ne çare ki küçük kara balık son günlerde derin düşüncelere dalmıştı. Canı konuşmak bile istemiyordu.
Yavrusunu isteksiz, neşesiz yüzmesi, annesinin de gözünden kaçmamıştı. Anne balık bu duruma çok üzülüyordu. Nesi vardı küçük balığın acaba? Sakın hasta olmasındı? Ah, küçük balık çabuk iyileşseydi, çabuk atlatsaydı bu hastalığı. Böyle düşünüyordu anne balık.
Oysa küçük kara balık hasta degildi. Onun bambaşka bir derdi vardı.
Bir sabah erkenden, daha gün doğmadan, küçük kara balık annesini uyandırdı:
“Anneciğim, seninle konuşmalıyım”
Annesi uyku sersemliği içinde,
“Acelen ne sevgili yavrum?” dedi. “Daha sabah gezimizi bile yapmadık. Sonra konuşuruz”
“Olmaz anne. Ben bu gezilere artık çıkmak istemiyorum. Buralardan çekip gideceğim.”
“Nasıl? Gidecek misin?”
“Evet anne. Hemen gitmek istiyorum.”
“Sabahın bu vaktinde nereye gideceksin yavrucuğum.”
Küçük kara balık, kararını vermişti:
“Bu derenin bittiği yeri merak ediyorum anne,” dedi. “Bu soru aylardır kafamı kurcalayıp duruyor. Bu derenin bittiği yeri öğrenmeliyim. Bugüne kadar bu soruya bir karşılık bulamadım. Geceleri gözüme uyku girmiyor. Sürekli bunu düşünüyorum. Kesin kararımı verdim anne, gidip, derenin nerede bittiğini öğreneceğim. Orada neler var, başka yerlerde neler var, görmek, bilmek istiyorum.”
Bu sözler, anne balığı acı acı güldürdü.
“Yavrum” dedi, “senin yaşındayken, benim de kafamdan buna benzer düşünceler geçerdi. Ama bu derenin ne başlangıcı var, ne de sonu. Hepsi işte şu gördüğün kadar. Bu dere akar da akar, hiç bir yerde bitmez.”
Bunu duyan küçük kara balık:
“Nasıl olur sevgili anneciğim,” dedi. “Her şeyin bir başı, bir de sonu vardır. Tıpkı günün, gecenin, ayın, yılın bir sonu olduğu gibi.”
“Boyundan büyük sözler etme bakayım,” annesi onun sözünü kesti. “Şimdi kalk da dolaşmaya çıkalım. Kes şu gevezeliği!”
“Hayır anne,” diye karşı koydu küçük kara balık. “Dedim ya, bu derenin içinde gidip gelmek canımı sıkıyor artık. Dünyada başka neler var, neler olup bitiyor, görmek istiyorum. Şimdi sen, bu küçük oğlunun kafasına bu düşünceleri kim soktu diye gereksiz yere kuşkulara kapılacaksın. Şunu bil ki, bu düşünceler uzun süredir kafamı kurcalamaktaydı. Elbette başka balıklardan da pek çok şeyler öğrendim. Örneğin yaşlı balıkların yakınıp durmaları, yaşamı anlamsız bulmaları beni çok düşündürdü. Sen de bilirsin, yaşlı balıklar her an bir şeyden yakınırlar, sızlanır dururlar. Yaşam, gerçekten bu daracık suyun içinde sabahtan akşama kadar yalnızca gidip gelmek mi, hepsi bu mu? Ölene kadar hep bunu mu yapacağız? Yoksa bu evrende başka türlü bir yaşam da var mı? İşte ben bunu anlamak istiyorum anne.”
Annesi telaşla:
“Sen aklını mı kaçırdın oğlum?” diye sesini yükseltti. “Evren, evren diye tutturmuşsun, o da ne demek? İşte senin evrenin burası, şu yaşadığın çevre! Yaşam da işte şu yaşayıp geldiğimiz.”
Bu arada yanlarına yüzerek kocaman bir balık yaklaştı, merakla:
“Hayrola komşum, oğlunla neler tartışıyorsun?” diye sordu. “Anlaşılan, bu sabah gezintiye çıkmaya pek niyetiniz yok.”
Anne balık sızlanarak yuvanın önüne çıktı:
“Ah ben bu günleri de mi görecektim?” dedi. “Bu ne ters dünya böyle. Baksana artık bacak kadar çocuklar annelerine akıl vermeye başladılar.”
“Ne gibi?”
“Benim küçük var ya, ille de evreni görmeye gideceğim diye tutturdu. Sabahtan beri başımın etini yiyor. Boyundan büyük sözler ediyor.”
Bunu duyan komşu balık, küçük kara balığa:
“Bana bak küçük!” diyerek kaşlarını çattı. “Ne zamandan beri bilginlerin, filozofların arasına katıldın sen, ha? Biz nasıl oldu da anlayamadık bunu?”
“Komşu hanım, ne diye bilginlerden, filozoflardan söz ettiğinizi pek anlayamadım. Anladığım tek şey,bu günlük dolaşmaların artık canımı sıktığıdır. Ben böyle bir yaşamı sürdüremem. Yıllar sonra hep aynı budala balık olarak kalmak, yaşlanıp göçmek istemiyorum.”
Komşu balık şaşırdı:
“Sen ne biçim konuşuyorsun bakayım?” dedi.
Annesi ağlamaklı bir sesle:
“Biricik yavrumun günün birinde bana böylesine kafa tutacağı hiç aklıma gelir miydi?” dedi. “Ah, bunun aklını çelen biri var, kim olduğunu bir bilsem!”
Komşu balık alçak sesle anne balığın kulağına:
“Aa, kardeş, o kıvrım kıvrım sümüklüböceği hatırlasana,” dedi.
“İyi hatırlattın komşu,” dedi annesi. ”Çok haklısın. Durmadan oğlumun yanına sokulurdu. Tanrı cezasını versin!”
Bunu duyan küçük kara balık pek sinirlendi:
“ama anne,” dedi, “böyle konuşmamalısın. O benim dostumdu.”
Annesi alayla:
“Şimdiye kadar bir balıkla bir sümüklüböceğin dost olduğu duyulmuş şey mi?” diye sordu.
“Bir balıkla bir sümüklüböceğin birbirlerine düşman olduklarını da ben duymadım,” diye küçük kara balık sesini yükseltti. “Sizlerin onu boğmaya çalıştığınızı da ben unutmadım.”
Bunu duyan komşu balık:
“Bunu konuşmanın sırası değil şimdi,” diye atıldı. “Geçmiş günlerde kaldı o konu.”
“Geçmiş günlerden siz söz açtınız,” diye küçük kara balık diklendi.
Bunun üzerine komşu balık öfkeyle:
“Ah onu zamanında öldürseydik, çok iyi olurdu,” dedi. “Şimdi çevresine neler, ne zehirler saçtığını çok iyi biliyoruz.”
“Öyleyse beni de öldürmelisiniz,” dedi küçük kara balık. “Çünkü ben de çevreme değişik düşünceler saçıyorum.”
Komşu balık bu söze pek sinirlendi:
“Aman, bunları ben ne diye konuşuyorum sanki?” dedi.
Tartışmayı öteki balıklar da duymuştu, birer ikişer yaklaşmaya başladılar. Küçük balığın konuşması onları da öfkelendirmişti.
Yaşlı bir balık, kızgın bir sesle:
“Senin gibisine acıyacağımızı mı sanıyorsun?” diye lafa karıştı.
Bir başka balık:
“Şunun kulaklarını bir iyice çekmeli,” dedi.
Bunu duyan annesi:
“Çekilin! Rahat bırakın benim oğlumu!” diye bağırdı.
“Bana baksanıza balık hanım,” dedi aralarından biri. “Çocuğunuzu gereğince eğitmediğinize göre, cezasını da çekmelisiniz.”
Komşu bir balık:
“Ben bugüne kadar kimlerle komşuluk etmişim de haberim yokmuş,” diye söylendi. “İnanın ki çok utanıyorum. Daha da kötü durumlara düşmeden şunu yaşlı sümüklüböceğin yanına kovalım.”
Küçük kara balığı yakalamak için bütün balıklar üzerine saldırınca, küçük kara balığın arkadaşları çevresini sarıverdiler, onu bu tehlikeden kurtardılar.
Annesi ellerini yüzüne kapatmış ağlıyordu. “Vay başıma gelenler. Yavrum elden gidiyor. Şimdi ne yapacagım ben?”
Küçük kara balık ona:
“Arkamdan ağlama; anne,” diye seslendi. “Sen asıl şu zavallı yaşlı balıkların durumuna ağla.”
Bir balık:
“Bize dil uzatma, bacaksız!” diye bağırdı.
İkinci bir balık:
“Hele günün birinde geri dönmeye kalkış, o zaman görürsün başına gelecekleri!” dedi.
Bir üçüncü balık:
“Bunlar gençlik düşleri, gel gitme oğlum,” diye seslendi.
Bir dördüncü balık:
“Sanki burada neyin eksikti?” diye sordu.
Bir beşinci balık:
“Vazgeç oğlum; başka bir yaşam yoktur,” dedi.
Bir altıncı balık:
“Aklını başına toplar burada kalırsan, ne kadar saçmaladığını bir gün anlarsın,” dedi.
Bir yedinci balık:
“Seni arayacağız,” dedi.
Ve annesi hıçkırarak:
“Bana acı, gitme ne olursun,” diye yalvardı.
Küçük kara balığın onlara söyleyecek sözü kalmamıştı. Yaşıtı olan birkaç balık onu çağlayanın başına kadar götürdüler.
Onlardan ayrılırken küçük kara balık:
“Hoşça kalın arkadaşlar, beni unutmayın,” dedi.
“Seni nasıl unutabiliriz?” dediler. “Sen gözümüzü açtın. Bugüne kadar hiç düşünmediğimiz konular hakkında bizlere bilgi verdin. Hoşça kal akıllı, yürekli dost!”
Bizim küçük kara balık, çağlayanın sularına kendini bıraktı, küçük bir göle düştü. Önce sersemledi. Çok geçmeden kendini toparladı. Var gücüyle gölün içinde yüzmeye başladı. Hiç bugüne kadar, böylesine çok suyu bir arada görmemişti.
A aaa, ne kadar da çok kurbağa yavrusu vardı gölün içinde? Hem de binlerce.
Kurbağa yavruları küçük kara balığı görünce alayla:
“Şuna bakın şuna!” diye gülüştüler. “Yahu sen ne gülünç bir yaratıksın böyle!”
Küçük kara balık onlara ters ters baktı.
“Rica ederim terbiyeli konuşun,” dedi. “Benim adım Küçük Kara Balık. Sizin adınız ne?”
Kurbağa yavrularından biri öne doğru gelerek:
“Bizim adımız Kurbağa Yavrusu,” diye karşılık verdi.
Bir baskası:
“Çok üstün, çok köklü bir soyun çocuklarıyız,” dedi.
Üçüncü bir kurbağa yavrusu da:
“Bu evrende bizden daha güzel bir yaratık yoktur,” diye ekledi.
Dördüncü bir kurbağa yavrusu da:
“Biz senin gibi çirkin, senin gibi biçimsiz değiliz,” diye atıldı.
Bunu duyan küçük kara balık, şaşkınlıkla:
“Bu kadar kendinizi beğeneceğiniz kimin aklına gelirdi?” diye başını salladı. “Ama üzerinde durmuyorum, kusurunuza da bakmıyorum. Bilgisizlikten böyle konuştuğunuzu anladım.”
Bunu duyan kurbağa yavruları:
“Yani sen bize budala mı diyorsun?” diye sordular.
“Tabii, budalasınız ya,” dedi küçük kara balık. “Budala olmasanız, bu evrende daha nice nice yaratıklar olduğunu bilirdiniz.”
Bunu duyan kurbağa yavruları birden öfkelendiler, ama küçük kara balığın aslında pek de haksız olmadığını anladıklarından, kendilerini savunmak için:
“Aman sen de, ne diye hemen önem verdin sözümüze,” deyip gülüştüler. “Bütün gün bu gölün içinde, bu koca evrenin içinde yüzüp duruyoruz. Ama annelerimizden, babalarımızdan başka bir yaratık görmedik. Evet, evet, bir de küçük solucanlar var, ama onları saymak bile gereksiz.”
“Yaşamınız yalnızca bu küçük gölün içinde geçtiğine göre, sizler evrenden nasıl söz edebilirsiniz?” diye küçük kara balık sordu. “Bu gölden hiç dışarı çıktınız mı?”
“Bu gölden başka bir evren var mı?” diye kurbağa yavruları merakla sordular.
Bunun üzerine küçük kara balık gülümseyerek:
“Hiç olmaz olur mu?” dedi.
“Yaaa!”
“Bu gölden başka yaşanacak yerler olabileceği hiç aklınıza gelmedi mi?” dedi küçük kara balık.
Kurbağa yavruları, bir süre şaşkın şaşkın ona baktılar. Sonra yavrulardan biri sordu:
“Yani, yaşanacak başka yerler de var, öyle mi?”
“Olmaz böyle şey,” diye atıldı bir başka yavru.
Bir baskası da:
“Sen aklını kaçırmışsın,” dedi.
Küçük kara balık, onlara başka ne diyebilirdi ki? Bu kadar dar görüşlü yaratıkları kendi başına bırakmanın daha doğru olacağı kanısına varmıştı. Tam yola koyulacakken, birden, bu yavruların annesiyle de bir kez görüşmek istedi: “Sizin anneniz nerede?”
Birden cırtlak bir vaklama duyuldu. Gölün dışındaki bir taşın üzerinde oturan tombul bir kurbağa kendini cup diye suya attı, yüzerek küçük kara balığın yanına geldi. Kabaca: “İşte buradayım, neymiş dileğiniz küçük bey?” diye sordu.
Onun bu davranışını küçük kara balık görmezden geldi. “Günaydın, sayın bayan,” diyerek saygılı bir tavırla selâm verdi.
Pek öfkeliydi anne kurbağa:
“Burada ne boşboğazlık edip duruyorsun?” diye çıkıştı. “Senin bu sözlerine kanacak saf çocuklar bulacağını mı sandın? Beni dinle! Bak ben bu yaşa geldim, evrenin işte şu göl olduğunu çok iyi biliyorum. Haydi, çek git buradan, yavrularımın huzurunu bozma!”
Zaten küçük kara balığın gözü pek tutmamıştı bu kurbağayı. Bir yaratık ya suda yaşar, ya da suyun dışında. Bu kurbağa, hem suda, hem de suyun dışında yaşayabiliyordu! Köklü bir soydan gelmiyordu öyleyse. Böyle düşündü küçük kara balık. ‘Ne olacak, türü bozuk, soysuz bir yaratık’ diye geçirdi içinden.
“Sen yüz yıl da yaşasan, hep böyle budalanın,bilgisizin teki olarak kalacaksın,” dedi küçük kara balık. “Zavallı kurbağa.”
Bunu duyan anne kurbağa öfkesinden sapsarı oldu. Küçük kara balığın üzerine atladı. Ama küçük kara balık oradan bir ok hızıyla uzaklaştı. Bu küçük çatışma, gölün suyunu karıştırdı. Gölün çamuru, solucanları suyu bulandırdı.
«»
Dere oldukça genişlemişti. Döne döne, kıvrıla kıvrıla akıp gidiyordu. Yukarıdan bakınca, gümüş bir şerit gibi uzanmaktaydı. Derenin ortasına düşmüş olan kocaman bir Kaya parçası, dereyi ikiye bölmüştü. Bu taşın üzerine de bir kertenkele yüzükoyun uzanmış, keyifle güneşleniyordu. Bir yandan da, yan gözle, derenin kumlu dibinde karnını doyuran bir yengeci kollamaktaydı.
Yengeç de o ara küçük bir kurbağayı midesine indirmekteydi. Küçük kara balık birden karşısında yengeci görünce korktu.
Yengeç gözünün ucuyla sinsice küçük kara balığa baktı:
“Sen ne zarif balıksın böyle,” dedi. “Yaklaş küçük, yaklaş çekinme.”
“Acelem var,” dedi küçük kara balık. “Dünyayı dolaşmak kararındayım. Özür dilerim ama, yolculuğum sizin midenizde son bulsun istemiyorum.”
“Neden bu kadar kuşkulusun? Bu yüreksizlik niye küçük kara balık?”
“Ben ne kuşkulu, ne de yüreksizim,” dedi küçük kara balık. “Benim dudaklarım, yalnızca gözlerimin gördüğünü, aklımın anladığını dile getirir.”
Yengeç onu küçümseyerek:
“İyi güzel ama, seni yemeyi düşündüğümü nasıl görebilirsin, nasıl anlayabilirsin?” dedi.
“Bu saf görünüşten vaz geçsen iyi olur,” dedi küçük kara balık.
“Şimdi anladım,” dedi yengeç. “Sen sanırım şu kurbağadan söz ediyorsun. Ama onlar benim düşmanımdır. Kendilerini bu evrenin tek mutlu yaratığı sandıklarından, hiç ayrılmam onların ardından. Aslında bu evrenin kimin elinde olduğunu göstermeliyim. İşte bu nedenle benden korkman, gereksiz. Yaklaş, haydi yaklaş canım.”
Konuşurken, bir yandan da ağır ağır küçük kara balığa yaklaşmaktaydı.
“Pis iki yüzlü, sömürücü yaratık,” diye içinden söylendi küçük kara balık. Ama yengecin beceriksiz yürüyüşüne de gülmesi tutmuştu.
“Sen ne acınacak bir yaratıksın,” dedi gülerek. “Daha doğru dürüst yürümeyi bile beceremiyorsun, ondan sonra da kalkmış, bu evrenin kendi elinde olduğunu ileri sürüyorsun. Kimin elinde olduğunu sen nereden bilebilirsin ki!”
Bunu söylerken küçük kara balık yavaşça geri çekilmişti. İşte tam o sırada suya bir gölge vurdu, bir taş, yengecin kafasına çarptı, onu kumun içine gömüverdi.
Bunu gören kertenkele öylesine güldü ki, az kalsın taşın üzerinden kayıp, suyun içine düşecekti. Yengeç, saplandığı kumdan çıkamıyordu. Kim atmış olabilirdi bu taşı?
Küçük kara balık derenin kıyısında genç bir çoban gördü. Yengeçle balığı izlemekteydi çoban. O ara dereye koyun, keçi sürüleri yaklaştı. Hayvanların çıkardıkları sesler çevrede yankılar yapıyordu. Bizim küçük kara balığımız, koyunlarla keçilerin dere kıyısında susuzluklarını gidermelerini bekledikten sonra, yüzerek kertenkelenin yanına gitti.
“Merhaba, sevgili kertenkele!” diye seslendi. “Benim adım Küçük Kara Balık. Büyüyün bitimine kadar yüzmek istiyorum. Senin akıllı olduğuna inandığımdan, sana bazı şeyler sormak istiyorum.”
“Buyur, canın ne istiyorsa sor,” dedi kertenkele.
“Bana, yol boyunca pelikan kuşlarından, testlere balıklarından, karabataklardan sakınmamı söylediler, beni uyardılar. Onlar hakkında bildiklerini anlatır mısın bana?”
Kertenkele bildiklerini anlattı:
“Bu dolaylarda karabatak da, testere balığı da yoktur. Onlar denizde yaşar. Ama pelikana burada raslayabilirsin. Pelikan bir su kuşudur. Aman dikkatli ol. Çok kurnaz bir hayvan olduğunu sakın aklından çıkarma. Gagasının altında tehlikeli bir de torbası vardır.”
“Ne torbası?” diye küçük kara balık merakla sordu.
“Basbayağı torba,” dedi kertenkele. “Alt gagasından aşağı doğru kocaman bir torba sarkar. İçinde su biriktirir. Yalnız su olsa gene iyi, yem de biriktirir.”
“Hiç duymamıştım,” dedi küçük kara balık.
“Senin daha duymadığın, bilmediğin o kadar çok şey var ki,” dedi kertenkele. “İşte bu Pelikanın torbası bir çeşit tuzaktır. Balıklar bu tuzağın içine düşerler, oradan da doğruca Pelikanın midesine giderler. Bu kurnaz yaratık, çoğunlukla tuttuğu balıkları bir süre torbasında saklar, hemen yemez, karnı acıktıkça torbasındaki balıklardan bir kısmını midesine indirir.”
“Diyelim ki bir balık onun torbasına düştü, oradan kurtulmanın çaresi yok mu?” diye küçük kara balık merakla sordu.
“Olmaz olur mu,” dedi kertenkele. “Bir tek çaresi vardır bunun, torbayı yırtacaksın.”
“Yırtacak mıyım?”
“Bu kadar büyük bir yolculuğa çıktığına göre, karşılaşacağın tehlikelerden kendini korumayı bilmelisin.”
“İyi ama nasıl?”
“Bunun için sana bir kama armağan edeceğim. Zor durumlarda bu kama sana yardımcı olur.”
Kertenkele bunu dedikten sonra taşın arasındaki yarıkta yok oldu. Çok geçmeden küçük bir kama ile geri döndü. Küçük kara balık kamayı aldı: “Sana çok teşekkür ederim, sevgili kertenkele,” dedi. “Ne kadar iyisin...”
“Teşekkür etmen gereksiz,” dedi kertenkele. “Bende pek çok diken var. Vaktim olduğu zamanlar oturur, bu dikenlerden kendime kamalar yontarım, onları senin gibi akıllı balıklara veririm.”
Bunu duyunca küçük kara balık şaşkınlıkla başını kaldırdı: “Benden önce bu yoldan başka balıklar da geçti mı?” diye sordu.
“Çok, hem de pek çok,” diye karşılık verdi kertenkele. “Şimdi orada büyük bir topluluk olmuşlar. Hepsi birlik olup balıkçıların canlarına okuyorlarmış.”
Küçük kara balık, anlamsız gözlerle bakıyordu. Bir süre sonra dayanamadı: “Özür dilerim sevgili kertenkele,” dedi. “Ardı arkası gelmeyen sorularımla seni rahatsız ettim, merakımı bağışla. Ama sana son bir sorum daha var: O birlik olan balıklar nasıl canına okuyorlarmış balıkçıların?”
Kertenkele gülümsedi: “Balıklar birleşip kenetlenmişler, balıkçıların attıkları ağları denizin ta diplerine kadar çekip götürüyorlarmış.”
Kertenkele kulağını taşın yarığına dayadı, dinledi.
“Bana izin, küçük kara balık,” dedi. “Gitmeliyim, yavrularım uyanmış.” yarıkta yok olup gitti.
Küçük kara balık istemeyerek oradan uzaklaştı. Oysa bu akıllı kertenkele ile daha uzun süre konuşmayı ne kadar isterdi. Kafasının içinde sorular birbirini izlemekteydi.
Bu dere gerçekten denizde mi son buluyordu? Demek gagasında torba olan Pelikan diye bir tehlikeli yaratık vardı? Çok mu güçlüydü bu yaratık? Peki, balıklar neden testere balığından da korkuyorlardı? Bir balık neden bir başka balığı yesindi? Bir yaratık, kendi türünden olan başka bir yaratığı hiç yer miydi? İyi ama ya karabatakların bizlerce düşmanca uğraşması nedendi?
“Ne garip,” dedi küçük kara balık içinden, “annemin yanından ayrıldığımdan bu yan ne kadar çok şey öğrendim.”
Bir yandan ileriye doğru yüzüyor, bir yandan da durmadan düşünüyordu. Her bir adımda yenilikler görüyor, yeni bilgiler ediniyordu. Çağlayanlardan aşağıya kendini bırakmak, artık alıştığı keyifli bir olay olmuştu. Sırtına vuran güneşin ışınları ona güç vermekteydi. Çok geçmeden, dere kıyısında su içen bir ceylana rastladı. Telâşlı bir görünüşü vardı ceylânın.
“Güzel ceylân, acelen ne?” diyerek küçük kara balık onu selamladı.
“Avcılar izimde,” dedi ceylân. “Bak beni yaraladılar.”
Küçük kara balık göremedi onun yarasını. Ama ceylânın topallıyarak oradan uzaklaşmasından, gerçeği söylemiş olduğunu anladı.
Birkaç kulaç sonra miskin miskin pinekleyen kaplumbağalarla karşılaştı. Çok geçmeden de kekliklerin ötüşleri kulağına geldi. Sanki kahkaha atmaktaydılar. Yaban otlarının kokuları, suyun kokusuyla havada karışıyordu.
Öğleden sonra dere iyice genişledi, ağaçlıklı tarlaların arasında uzanıp gidiyordu. Derenin suyu ne kadar da çoğalmıştı? Küçük kara balık artık doyasıya yüzüyordu bu kadar bol suyun içinde.
Birden bir balık sürüsüyle karşılaştı. Annesinden ayrılalı beri ilk kez balıklarla karşılaşmaktaydı. Birkaç minicik balık onun çevresini sardılar.
“Sen yabancısın değil mi?” diye sordular.
“Evet, yabancıyım, çok uzaklardan geliyorum.”
“Nereye gidiyorsun?”
“Derenin bittiği yere kadar gideceğim.”
“Sen hangi dereden söz ediyorsun?”
“İşte, içinde yüzdüğümüz bu dereden.”
“Biz buna dere değil, ırmak deriz,” dedi minik balıklar.
Küçük kara balık düşünceli düşünceli sustu. Minik balıklardan biri ona sokuldu:
“Az ilerde bir Pelikanın beklediğinden haberin var mı?” dedi.
“Evet, haberim var.”
Başka bir minik balık:
“Onun koskocaman bir torbası olduğundan da haberin var mı?” diye sordu.
“Evet, ondan da haberim var,” dedi küçük kara balık.
“O kocaman torbanın ne kadar tehlikeli olduğunu da biliyor musun?” diye şaşkınlıkla minik bir balık sordu.
“Bilmiyorum”
Minik balıklar telâşla gidip geldiler.
“Demek gene de yoluna gitmekte kararlısın, öyle mi?” dediler.
“Zorunluyum,” dedi küçük kara balık. “Ne olursa olsun buna zorunluyum.”
Çok geçmeden balıklar arasında, kendilerine benzer küçük bir kara balığın ırmağın bitimine kadar yüzeceği, Pelikandan bile korkmadığı haberi yayıldı.
Birkaç minik balık ona katılmak istediyse de, bunu pek göze alamadılar. Annelerinden, babalarından çekindikleri belliydi, ama bunu açıklamaya cesaretleri yoktu.
Birkaç minik balık, kendilerini savunmak için:
“Pelikan olmasa, seninle seve seve gelirdik, ama onun o kocaman torbasından ödümüz kopuyor,” dediler.
Irmak, bir köyün içinden akıp geçiyordu. Kızlar, kadınlar patırtıyla çamaşırlarını, bulaşıklarını yıkamaktaydılar ırmağın kıyısında. Küçük kara balık bir süre onların konuşmalarına kulak verdi, suyun içinde yıkanan çocukları izledi. Sonra gene yoluna koyuldu. Yüzdü,yüzdü, hava kararana kadar yüzdü. Sonrada uyumak için bir taşın altına uzandı.
Gece gözlerini açtığında, ayın ışınlarının suyun yüzünü aynalaştırdığını gördü. Çevre, gümüş suyuna batırılmış gibiydi. Küçük kara balık aydedeyi çok severdi. Yuvasındayken, parlak aylı gecelerde, yosunlu taşın altından fırlayıp, aydedeyle konuşmayı ne kadar isterdi. Ama her davranışında, annesi uyanır, onu kuyruğundan gerisin geri çeker, uyumasını söyler, aydedeyle konuşmasına engel olurdu. Neyse ki şimdi uyumasını hatırlatan annesi yoktu yanında. Küçük kara balık aydedeyle doğru yüzdü:
“İyi akşamlar benim güzel aydedem,” dedi.
“İyi akşamlar, küçük kara balık,” dedi aydede. “İyi ama senin buralarda ne işin var?”
“Dünyayı görmek için yola çıktım” dedi küçük kara balık.
“Dünya o kadar büyüktür ki, her yerini dolaşmazsın.”
“Zararı yok, gidebildiğim kadar giderim ben de.”
Az sonra başına geleceği sezen aydede:
“Ah, seninle sabaha kadar birlikte olmayı çok isterdim, ama koskocaman kara bir bulut bana doğru geliyor. O zaman ışığım sönecek,” dedi.
“Güzel aydede, senin ışınlarını öyle severim ki ben, bilemezsin. Süresiz olarak beni aydınlatmanı çok isterim,” diye küçük kara balık seslendi.
“Sevgili küçük kara balık,” dedi aydede. “Aslında bu ışınlar benim değildir. Güneş bana bu ışığı ödünç verir, ben de yeryüzünü aydınlatırım.”
Bir süre sonra da:
“Ah, küçük kara balık, benim derdim büyük,” diye konuşmasını sürdürdü aydede.
“Senin ne derdin olabilir?” diye küçük kara balık sordu.
“Belki duymuşsundur, artık insanlar benim üzerimde dolaşmaya başladılar.”
Bunu duyunca küçük kara balığın sanki dili tutulmuştu.
“Ama bu... bu... bu olamaz” diye kekeledi.
“Ben de senin gibi olamaz derdim, ama insanlar kafalarına bir şey koydular mı...”
Aydede sözünü tamamlayamadan kocaman kara bir bulut gelip onu örtüverdi. Her yan karardı. Bu kapkara boşluk içinde küçük kara balık ne kadar yalnız olduğunu düşündü. Bir süre korkuyla, yılgıyla karanlığa baktı. Sonra taşın altına kaydı, uykusuna dönmeye çalıştı.
Sabahın erken saatinde birkaç minik balığın yanıbaşında fısıldaştığını duydu, gözlerini açtı.
Onun uyandığını gören minik balıklar, bir ağızdan:
“Günaydın!” dediler.
Tanımıştı onları küçük kara balık.
“Günaydın,” diye karşılık verdi. “Demek benimle birlikte gelmeye karar verdiniz?”
“Evet,” dedi içlerinden en minikleri. “Ama gene de korkuyoruz.”
Bir başka minik balık:
“Şu Pelikan konusu bize bir türlü rahat vermiyor,” diye ekledi.
Bunun üzerine küçük kara balık:
“Sizler yalnızca düşünüyorsunuz. Yalnız düşünmekle olmaz ki. Yola koyulmalıyız. O zaman bütün korkularınız yok olur gider.”
Tam yola çıkacakları an birdenbire çevrelerindeki sular dalgalandı, sağa sola savruldular ve bir kapak üzerlerine kapandı. Çevre kararmıştı. Tıpkı gece gibi. Sıvışıp kaçma olanakları da yoktu.
Küçük kara balık, işte o an Pelikanın tuzağına düşmüş olduklarını anladı. Arkadaşlarını avutmak için:
“Arkadaşlar, hepimiz Pelikanın torbasına düştük,” dedi. “Ama buradan kurtulmanın da yolları vardır.”
Minicik balıklar ağlaşmaya başladılar.
“Ah, buradan kaçamayız. Hiç bir umut yok. Bütün suç senin. Bizi sen baştan çıkardın. Bizim rahatımızı sen bozdun!” dediler. “Pelikan hepimizi yutacak, yutacak,” diye ağlaşıyorlardı.
Bir başka minik balık da:
“Sonumuz geldi,” diye hıçkırdı.
O an gümbürtülü bir kahkaha sesiyle torbanın içinde çalkalandılar. Gülen Pelikandı:
“Hahay, ne de güzel minicik balıklar yakaladım. Acıyorum sizlere. İnanın sizleri yutmaya kıyamıyorum, hahahay.”
“Saygıdeğer Pelikan,” diye minik balıklar yalvarmaya, yakarmaya başladılar. “Sizin hakkınızda hep övücü sözler duyduk. Denildiği kadar iyi yürekli iseniz n'olur o güzel ağzınızı açın da, dışarı çıkalım. Sonsuzluğa kadar sağlığınız için Tanrıya dua edeceğiz.”
Pelikan bu sözleri duyunca:
“Durun canım, ne telâşlanıyorsunuz?” dedi, gülerek. “Sizi hemen unutmayacağım ki. Hele biraz dinlenin. Torbanın altına bir göz atarsanız, ambarımın ne kadar dolu olduğunu görürsünüz.”
Gerçekten de torbanın dibinde irili ufaklı pek çok balık yatıyordu. Gene de minik balıklar sızlanmalarını sürdürdüler:
“Saygıdeğer Pelikan,” dediler. “Biz kötü bir şey yapmadık ki. Suçsuzuz biz. Bu küçük kara balık var ya, işte o bizi baştan çıkardı.”
“Dönekler!” diye bağırdı onlara küçük kara balık. “Bu çok bilmiş kurnaz kuşu iyi yürekli sanıp ne diye ondan yardım dileniyorsunuz?”
“Sen ne dediğinin farkında mısın?” diye minik balıklardan biri ona çıkıştı. “Bak göreceksin işte, sayın Pelikan bizleri bağışlayacak, seni de bir güzel cezalandıracak.”
“Peki” dedi az sonra Pelikan. "Sizleri bağışlayacağım. Ama bir koşulum var!”
Minik balıklar telâşla atıldılar:
“Nedir? Koşulunuz nedir sayın Pelikan, hemen yerine getirmeye hazırız, söyleyin, n'olur söyleyin,” diye yaltaklandılar.
“Şu kendini beğenmiş kara balık var ya, onu gebertirseniz, sizleri serbest bırakırım,” dedi Pelikan.
Küçük kara balık geriye doğru çekildi, “Ona inanmayın sakın,”'dedi fısıltıyla. “Bu kalleş kuş bizi birbirimize düşürmek istiyor.”
Ama minik balıklar söz anlar gibi değillerdi.
“Bir dakika,” diyerek küçük kara balık sesini yükseltti. “Bir önerim var!”
Dinleyen yoktu onu. Akılları başlarından gitmişti sanki. Kendi dertlerine düşmüşler, bir an önce kurtulmanın telâşına kapılmışlardı.
Küçük kara balığın üzerine üzerine gitmeye başladılar. Küçük kara balık geri çekildi,
“Korkaklar!” diye bağırdı. “Hepiniz yakalandınız. Kurtulamayacaksınız. Üstelik beni de alt edemezsiniz, gücünüz yetmez bana.”
Ama dinleyen kimdi.
“Seni boğacağız öldüreceğiz! Biz özgürlüğümüzü istiyoruz!” diye bağırıp üzerine üzerine geldiler.
“Delirdiniz mi siz?” dedi küçük kara balık. Kendini savunmaya çalıştı. “Beni boğsanız bile buradan kurtulamazsınız. Sakın onun sözlerine kanmayın. Yalan söylüyor o!”
“Canını kurtarmak için böyle konuşuyorsun,” dedi minik bir balık. “Aslında bizi düşündüğün yok senin.”
“Durun. Bir önerim var!” diye bağırdı küçük kara balık. “Beni dinleyin! Şimdi şu dipteki cansız balıkların yanına gidip uzanacağım, ölmüş gibi yapacağım. Pelikana, beni boğup öldürdüğünüzü söyleyeceksiniz. Bakalım o zaman sizleri serbest bırakacak mı, bırakmayacak mı, göreceğiz. Dediğimi yapmazsanız, bu elimdeki kamayla hepinizi öldürürüm, anlaşıldı mı? Sonra da torbayı yırtar kaçarım. Siz de burada...”
“Korkuyorum,” diye minicik bir balık ağlamaya başlayınca, küçük kara balık:
“Bu süt kutusunu ne diye yanınızda getirdiniz?” diye sordu. Sonra da beklenmedik bir davranışla kamasını çekti. Yapacak bir şey kalmadığını gören minik balıklar, onunla yalancıktan bir kavga çıkarttılar. Küçük kara balık da sözde bu kavga sırasında ölmüş gibi yaptı, dipteki ölü balıkların arasına uzandı kaldı.
O zaman minik balıklar:
“Saygıdeğer Pelikan!” diye seslendiler. “O kendini beğenmiş küçük kara balığı boğduk öldürdük efendim!”
“Aferin size,”diyerek bir kahkaha attı Pelikan. “Şimdi size güzel bir ödülüm var. Midemin içine doğru güzel bir gezinti yapabilmeniz için sizleri güzele diri diri yutacağım!”
Minicik balıklar neye uğradıklarını anlayamadan, Pelikan gırtlağından midesine doğru kayıp, yok oldular.
Ama bizim küçük kara balık, hemen kamasına sarıldı. Olanca gücüyle kamayı pelikanın torbasına sapladı, bir delik açtı. Açtığı delikten de fırladı kaçtı. Arkasından pelikanın acılar içinde haykırmasını duyuyordu. Deliye dönen pelikan, başını suya daldırdıysa da, küçük kara balığı yakalamayı başaramadı.
Küçük kara balık, sabahtan öğlene kadar yüzdü, yüzdü, durup dinlenmeden yol aldı. Dağlar, ovalar arkasında kalmıştı. Irmak, geniş bir düzlükten akıp gitmekteydi. Sağdan soldan küçük küçük derecikler bu ırmağa katılmakta, suyunu giderek çoğaltmaktaydılar. Çevresini saran sular çoğaldıkça küçük kara balığın sevinci de o ölçüde artmaktaydı. Suyun dibini de göremez olduğunu anladı. Sağa yüzdü, sola yüzdü, ama boşunaydı; artık ırmağın kıyısı da görünmüyordu. Çevresinde öylesine çok sular vardı ki, şaşırdı kaldı. Hangi yöne yüzse sonu gelmeyen sularla karşılaşıyordu.
O sırada da uzun bir yaratık şimşek gibi üzerine doğru geldi. İki yanlı keskin bir testeresi vardı. Ne olduğunu birden anladı, küçük kara balık. Bu Testere Balığı olacaktı. “Ya şimdi beni ortadan ikiye ayırırsa,” diye çok korktu. Birden kendini toparladı, ok gibi suyun yüzüne doğru yüzdü. Bir süre bekledikten sonra denizin dibini bulabilmek için aşağılara inmeye başladı. İşte o ara yüzlerce, binlerce balığa rastladı. Onlara:
“Arkadaşlar, ben buraların yabancısıyım, çok uzaklardan geliyorum, neredeydim ben, söyler misiniz?” diye sordu.
Bunu duyan bir balık döndü:
“Hey, buraya gelin, aramıza yeni biri katıldı!” diye arkadaşlarına seslendi.
Sonra da küçük kara balığa:
“Sevgili arkadaşımız, denizimize hoş geldin.” dedi.
Bir başka balık:
“Bütün dereler, ırmaklar denizde son bulur,” dedi. “Ama bazılarının sonu bataklıktır,” diye ekledi.
Bir üçüncü balık içtenlikle:
“Dilediğin zaman bizlere katılabilirsin,” dedi.
Küçük kara balık, sonunda denize erişebilmenin sevinci içindeydi.
“Önce şöyle bir dolaşıp çevreyi görsem de ondan sonra aranıza katılsam, ne dersiniz? Birbirimize kenetlenip bir balıkçının ağını denizin diplerine çekerken sizlerle birlikte olmayı çok istiyorum.”
“Senin bu dileğin yakında gerçekleşecek,” dedi balıklardan biri. “Ama dediğin gibi, istersen önce çevreyi bir dolaş, gör. Ama Karabataktan kendini koru. Bugünlerde Karabatağın kimseden korkusu yok. Her gün içimizden beş altı balığı yakalayıp yutmadıkça aramızdan ayrılmıyor.”
Küçük kara balık, yeni arkadaşlarından uzaklaşarak denizin yüzüne doğru çıkmaya başladı. Güneş çevreyi ısıtıyordu. Küçük kara balık sırtında onun sıcaklığını duyunca sevindi. Gelişigüzel sağa sola yüzüyor, bir yandan da kendi kendine konuşuyordu.
“Gerçi ölüme çok kolay yakalanabilirim. Ama doğrusu göz göre göre de ölüme atılmak istemem. Birgün nasıl olsa öleceğim. Ölmek önemli değil. Önemli olan, yaşamımla da, ölümümle de baskaları üzerinde etkili olabilmektir.”
Daha sözlerini tamamlamaya vakit bulamadan bir karabatak üzerine saldırdı, onu gagasına alarak yukarıya doğru uçtu. Küçük kara balık var gücüyle kuşun gagası arasında sağa sola çırpındıysa da, kendini kurtaramadı. Kuş onu belinden sımsıkı yakalamıştı. Güçlükle soluk alıyordu.
“Küçük bir balık ne kadar susuz yaşayabilir acaba,” diye kafasından geçirdi küçük kara balık. “Ah bu kuş beni hemen yutsa da midesinin nemli boşluğunda, birazcık kendime gelebilsem,” diye düşündü.
“Neden beni canlı canlı yutmuyorsun?” diye sordu kuşa. “Hem biliyor musun öldükten sonra çevresine zehir saçan balıklardanım ben...”
Kuş buna hemen cevap vermedi. İçinden:
“Seni kurnaz seni,” dedi. “Aklınca aldatacaksın beni. Kaçman için ağzımı açmamı, beni konuşturmak istediğini sanki anlamadım mı?”
Uzaklarda kara parçası göründü. Toprak giderek yaklaşmaktaydı.
“Kıyıya varınca sonum geldi demektir,” dedi içinden küçük kara balık. Yeniden kuşla konuşmaya başladı:
“Anladım,” dedi. “Sen beni çocuklarına götürüyorsun. Ama kıyıya vardığımızda ben ölmüş olacağım. Zehir saçan bir bir ölü olacağım. Bana acımıyorsan hiç olmazsa kendi yavrularına acı.”
Kuş düşünüyordu:
«Bu balığı yavrularıma yedirmemeliyim. Ne olur ne olmaz. En iyisi kendim yerim. Yavrularım için başka balıklar tutarım.»
Bir süre sessizce uçtular. Artık kara parçasına iyice yaklaşmışlardı. Karabatak kendi kendine konuşmasını sürdürdü:
“Yoksa aklınca beni faka mı bastırmak istiyor?” dedi. “Yok canım. O kim oluyor ki!?”
Küçümsüyordu küçük kara balığı. Birden gagasının arasındaki balığın cansız olarak sallanmakta olduğunu anladı. Telâşa kapıldı.
“Hey, küçük, ben seni canlı yutacaktım, yoksa öldün mü?” diye bağırdı. Ve bunları söylemek için gagasını aralayınca, küçük kara balık bir sıçrayışta kurtuldu, kendini denizin sularına attı.
Küçük balığın numarasını yutmuş olmanın öfkesiyle karabatak onun ardına takıldı.
Küçük balık, boşluktan suya şimşek gibi düştü; suya olan büyük özlemiyle ağzını açıp kapamaya başladı. Daha suya doyamadan karabatak olanca hızıyla üzerine çullandı. Onu yine yakaladı. Bu kez düşünmeden balığı yutuverdi.
Her şey o kadar çabuk olup bitmişti ki, küçük kara balık başına gelenleri neden sonra anladı. Her yan karanlıktı. Her yan ıslaktı. Yavaş yavaş gözleri bu karanlığa alıştı. Birden karşısında ağlamaktan gözleri şişmiş küçücük bir balık gördü. Durup dinlenmeden annesine sesleniyordu bu küçük balık. Bizim küçük kara balık ona yaklaştı.
“Ağlama, küçük,” dedi. “Ağlamak, anneni çağırmak, boşuna. Kendini böylesine hırpalayacağına, buradan kurtulmanın yollarını araştırsan daha iyi olmaz mı?”
“Sen... Sen kimsin? Sen... gör... görmüyor musun ki... ben... ben... artık kurtulamam... anneee... ben artık... balıkçının... balıkçının attıgı ağı... ağı... arkadaşlarla birlikte denizin di... dibine çekemeyeceğim... anneee...”
“Kes bu ağlamaları,” diye küçük kara balık ona çıkıştı. “Bütün balıkları rezil ettiğini görmüyor musun?”
Yavaş yavaş minik balık yatıştı, ağlamaktan vazgeçti; kendini toparladı.
“Beni iyi dinle,” dedi küçük kara balık. “Ben bu karabatağı öldüreceğim,”
“Öldürecek misin?” diye minik balık şaşkınlıkla sordu.
“Evet, öldüreceğim ki balıklar kurtulsunlar. Ama önce ortalığı gürültüye boğmaman için önce senin buradan kurtulmanı sağlayacağım.”
Minik balık ona kuşkuyla bakarak:
“Sen artık ölmüş sayılırsın; karabatağı nasıl öldürebilirsin?” diye sordu.
Küçük kara balık kamasını çıkarttı, “İşte bununla, onun karnını deşeceğim,” dedi. “Beni iyi dinle. Şimdi ben var gücümle kendimi oradan oraya atıp, karabatağı gıdıklayacağım. O da gıdıklanınca gülmek için ağzını açacak, işte o an sen de hemen kendini dışarıya atarsın, anlaşıldı mı?”
“İyi ama sen ne olacaksın?” diye minik balık kaygıyla sordu.
“Sen beni hiç düşünme,” dedi küçük kara balık. “Ben bu canavarı öldürmeden dışarı çıkmayacağım.”
Bunu dedikten sonra küçük kara balık, karabatağın midesinin içinde kendini bir o yana, bir bu yana atmaya başladı. Bu çalkantı içinde, minik balık dışarıya fırlamaya hazır, midenin ağzında bekledi. Çok geçmeden, için için gıdıklanan karabatak, kendini tutamadı, gülmek için gagasını açtı. İşte minik balık bundan yararlanmasını bildi ve kendini karabatağın gagasından dışarıya atıverdi; özgürlüğüne kavuştu. Dışarı çıktıktan sonra uzun bir süre küçük kara balığın, yanına gelmesini bekledi durdu. Nerede kalmıştı? Gelmiyordu!
Birden bir çığlık sesiyle ortalık çınladı. Bağıran karabataktı. Acı çığlıklar atarak havada dönüyor, taklalar atarak aşağıya doğru düşüyordu. Olanca ağırlığıyla gelip suya çarptı. Birkaç kez çırpındı. Çok geçmeden cansız uzandı kaldı. Suların akıntısıyla kaydı, gözlerden yitti gitti. Ne çare ki küçük kara balığı ne bir daha gören oldu, ne de ondan bir haber alan çıktı.
Balık Nine, masalını bitirmişti. Sayıları on iki bini bulan çocuklarıyla torunlarına:
«Haydi bakalım. Uyku vakti geldi. Gidip yatın yavrularım» dedi.
“Nine! Nine!” diye bağrıştı yavrular.
“Minik balık sonra ne yaptı? Anlatmadın,” dediler.
“Onu da yarın akşam anlatırım,” dedi Balık Nine, “«Uyku saati geldi, iyi geceler»”
On iki bin küçük balık iyi geceler dileyerek yatmaya gittiler.
On bir bin dokuz yüz doksan dokuz küçük balık iyi geceler diledikten sonra yuvalarına gidip uzandılar, hemen de uykuya daldılar. Balık Nine de uyudu.
Ama küçük bir kırmızı balığın gözüne uyku girmedi. Bütün gece boyunca hep denizleri düşündü, düşündü...
- SON -